Yaşam Öyküm
1999-2000  yıllarında annemin rahatsızlığı nedeniyle İstanbul'da bulundum. Bu dönemde Ahmet Miskioğlu'nun "Perşembe Söyleşileri'ne katıldım. Türkçe'mize gönül vermiş yazarların, şairlerin  toplaştığı, söyleştiği seçkin bir buluşma yeriydi bu ocak…
1999'da kapak resmini Ferit Avcı'nın yaptığı 'Bozbıdık' adlı romanım, Yapı Kredi Yayınlarınca yayımlandı (ikinci / 2003 ve üçüncü baskı / 2009, Kaynak Yayınları).
Bozbıdık, gülünçtür; yazdıktan sonra beni bile uzun süre etkileyen bir romanım oldu. Kendisiyle özdeşleştiğim bir eşeğin doğumundan yaşlılığına  yaşam öyküsünü işlediğim bu romanımda, doğanın algılanması zor sınır üstü seslerini, renklerini vermeye çalışarak günümüzde ender rastlanan gerçek bir dostluğu yaşamaya, yaşatmaya çalıştım.
2001'de arkadaşım yazar- şair Sinan Gürsoy'un bir anısının ardına düşerek 'Midas'ın Serçeparmağı' adlı romanıma başladım. Sinan, çocukluğunda Midas'ın Polatlı / Yassıhöyük'teki mezarından O'nun serçeparmağı kemiğini aşırdığını söylemiş, beni çok etkilemişti. Beş yıl süren yoğun bir araştırmadan sonra bitirdiğim bu romanım 'Logos Yayınları'nca  2006'da kitaplaştı.  Aynı yıl "Dünya Kitap Altın Sayfa Ödülü"nü aldı. Bu süreçte, - romanı demlendirme aralarında-  küçük oylumlu iki roman yazdım: 'Gizemli Anne' (Kaynak Yayınları, 2004) ve 'Eski Bisiklet' (Büyülü Fener Yayınları, 2005)…   
Midas'ın Serçeparmağı' ile eski Anadolu söylencelerinden yola çıkarak günümüzle 2700 yıl öncesi arasında gidiş gelişler yapan yeni bir Anadolu söylencesi yaratmaya çalıştım. Doğal ki Anadolu'nun yükselen kazıbiliminin, insanbilimin, budunbilimin bulguları ışığında… Kitabın resimlenmesi de ayrı bir serüvendi. Gordiyon'un günümüz topografik haritalarından yola çıkılarak çizilen resimleri; ben, ressam Handan Kaynakgöz ve kazıbilimci Tacîser Sivas ile Veli Sevin hocalar arasında altı ay gitti geldi… gerçeğe en yakınını buluncaya değin… Böylece Kaynakgöz'ün özenli emeği ve sanatıyla Gordiyon kenti tarihteki aslına benzer olağanüstü güzelliği ile yeniden doğdu. Midas'ın Serçeparmağı romanım "Dünya Kitap İlkgençlik Altın Sayfa 2006 Ödülü"nü aldı.
Bir bisiklet sevdasının öyküsüdür 'Eski Bisiklet' (Birinci baskı: Büyülü Fener Yayınları, 2005; ikinci Baskı: Kaynak Yayınları, 2010). Bozbıdık romanımdaki  hayvan sevgisinin bu kez 'nesne' üzerine de ağdırılmasıdır bir bakıma…
'Gizemli Anne', anne sevgisini tatmayan bir çocuğun 'doğru kitaplar' okuyarak imgelem yoğunluğunda 'anne sevgisine' ulaşmasının yarı düşlemsel öyküsüdür. Bu kitabım, Kaynak Yayınları'nca  2004 yılında basıldı. Yazma serüvenim sürerken karikatürü, şiiri, öyküyü asla savsaklamadım. Bu sanatlar da hep atbaşı yanımda koştu durdu benimle. Eskişehir, Ankara ve Akşehir'de 1969, 2001 ve 2008 yıllarında üç kişisel sergi açtım ve birçok karma sergiye katıldım. 2008'de 3. kişisel sergimin konusu olan, "Nasreddin Hoca" karikatür dosyam, Ankara Özgün Yayınevi'nin bir armağanı olarak kitaplaştı. Bu kitabımın, -"Çağdaş Yorumla Nasreddin Hoca" adıyla- 2009'da Logos Yayınları'nca ikinci baskısı yapıldı.
Kimi şiirlerim, öykülerim Varlık, Çağdaş Türk Dili, Türk Dili, Güzel Yazılar ile Yazılıkaya Yaprağı'nda yayımlandı. 
2005 yılında Eskişehir Çağdaş Gazeteciler Derneği Şubesi'nce  düzenlenen 'Yılın Çocuk Edebiyatı Yazarı' ödülünü aldım.
Bir de şiir dergisi serüvenim var: 'Yazılıkaya Şiir Yaprağı'… Rahmi Emeç, Olcay Özmen ile birlikte Ocak 2006 yılında çıkardığımız (daha sonra Haydar Ergülen ve Medine Sivri'nin de katıldığı bu iki yaprakçık dergide günümüz  şairleri,  şiirlerini, şiire ilişkin yaklaşımlarını sunuyorlar. Bugün 'Yazılıkaya'  sürüyor…
2008'de, "Nasreddin Hoca" karikatür dosyam, Ankara Özgün Yayınevi'nin bir armağanı olarak kitaplaştı. Aynı yıl bu dosyamdaki karikatürlerim Eskişehir'de Adımlar Kitabevi, İl Halk Kütüphanesi ve  Sivrihisar ile Akşehir'de  sergilendi. Bu kitabım daha sonra Kaynak Yayınlarınca 2. baskısını yaptı.
2011'de TUDEM Yayınlarınca -Serap Deliorman'ın özgün ve estetik yorumlarını içeren ve kitabıma ikinci bir boyut kazandıran resimleriyle - "Kanatlı Düşler" adlı şiir kitabım yayımlandı.
Şimdilerde gelecekte ele almayı düşündüğüm dosyalarımla  ilgili tasarımlar yapıyorum…
Eskişehir'de yaşıyorum.



Elektronik iletişim: erolbuyukmeric@gmail.com 

Dünyaya Zeynep Kâmil Hastanesi'nde geldim (İstanbul, 1942). Babam Selahattin, annem Şefika'dır.
Sekiz yaşıma değin Kadıköy Hasanpaşa'da oturduk. Renk renk bilyelerle oynayarak, çember çevirerek, şeytan uçurtması uçurarak ya da Kurbağalıdere'nin Gazhane'ye yakın kıvrımlarında şişe mantarından yaptığım oltalarla balık tutarak geçerdi günlerim. Sokak köpeklerine çok düşkündüm. Gördüğüm her köpek yavrusunu tutup eve getirirdim. Annem onlara sahiplenmemi asla istemezdi. Korkardı onlardan çünkü…
Ben de umarsız, gözyaşları içinde bu kimsesiz arkadaşlarımın iplerini salar, sonra imgelemlerimde olurdum onlarla; gizemli, coşkulu, şen oyunlarımda… Yergök'deki 'Akcan' adlı köpek kahramanımla, insan kahramanım İngök Buldön'ün yaşadığı serüvenler bundan kaynaklanmış olabilir diye düşünürüm…
Annem, babam, ben, 1942
İlkokula Kadıköy Özdemiroğlu İlkokulu'nda başladım. Birinci sınıfta okuma yazmayı sökemedim. Öğretmenimden çok korkardım; çünkü… Behçet Ilgın öğretmenime geçtiğimde sular seller gibi aktım okumaya. Öğretmenimiz her gün bir dersi salt kitap okumaya, değerlendirmeye ayırırdı. Okuma beğenim bu dönemde gelişmiş olmalı… Çok iyi anımsıyorum; Gazi İlkokulu'nun (bize komşu bir okuldu) bahçe duvarının dibinde, - her salı, cumartesi - okunmuş kitap satan yaşlı amcanın sürekli izleyicisiydim. Ateş, Tomurcuk, Doğan Kardeş, Karınca, Armağan gibi dergilerin sayfaları arasında sinek gibi uçuşur; kimi satın alır, kimi de - param olmadığı zamanlarda - kitapları bir çırpıda kaçak bir gözle okurdum... Neler mi okurdum?.. Mandrake, Baytekin, Pekos Bill, Robinson Cruose, Gülüver'in Seyahatleri, Oliver Twist, David Copperfield, Ezop'tan Masallar, Binbir Gece Masalları, Pinokyo, Arsen Lüpen İstanbul'da, bg…
İlkokuldayken, 1953
Bir sinema tutkunuydum. Okulumuzda her hafta dönüşümlü olarak film,  Karagöz - Hacivat, kukla gösterileri olurdu. Kaçırmazdım hiç birini. Bununla da yetinmezdim. Kadıköy'ün o güzelim sinemalarına da giderdim (Opera, Süreyya, Yurt, Hâle sinemaları…). Walt Disney'in çizgi ve diğer filmleri çok sevdiklerimdi. Miki Maus, Vak Vak Kardeşler, Peter Pan, Kül Kedisi, Alis Harikalar Ülkesinde ve daha niceleri… Güldürü, serüven, filmlerine bayılırdım; tarihi filmlere de… Toto'ya, Loral Hardi'ye,  Tarzan'a, Zoro'ya…  Kinkong'u, Samson Dalila'yı, Barboros Hayrettin Paşa'yı, şimdi bile dün görmüş gibi anımsarım. Sözün özü, koşup dururdum sinemadan sinemaya. Gördüğüm filmleri bire bin katarak okulda arkadaşlarıma anlatırdım. Sınıfın 'anlatıcı başı' olmuştum…
Çocukluğumun asıl coşkulu bölümü Acıbadem'in varsıl doğası içinde geçti. Ben ilkokul ikinci sınıftayken taşınmıştık oraya. Ele avuca sığmaz afacan bir çocuktum. Yalan da söylerdim, doğru da… Örneğin bir yalanım: Annem bir komşu gezmesine gitmişti. Ben de acıkmış, dolabımızdaki sucuktan biraz atıştırmıştım. Dolabın kapağını açık bırakmışım. Kedi de gelip tüm sucukları yemiş. Annem güzelce bir haşlayacak beni... Ben de daha sokağın başında, "Anneciğim bilsen neler neler oldu" diye karşıladım onu, "Necmi - komşu çocuğu-, dolaplarını açık bırakmış, kedi de gelmiş sucukları hep yemiş. Annesi de Necmi'yi bir dövdü, bir dövdü, sorma…" Annem, "Aaa!.. Olur mu öyle şey. Hiç sucuk için insan çocuğunu döver miymiş" dedi. Eve girdiğinde bir çığlık annemden: "Aaa!.. Sucuk gitmiş!.. İlâhi Erol, ilâhi Erol!.." Böylelikle, masum bir yalanla kurtulmuş oldum haşlanmaktan... Şimdi  betonlaşmış Acıbadem'in, çocukluğum dönemindeki papatya, gelincik tarlaları, leylakları, mimozaları; artık uçuşmayan  ateşböcekleri, gelmeyen göçmen kırlangıçları, leylekleri  tanıklarımdır… Her yaz dinlencesinde çalışırdım. Şu işte, ya da bu işte çıraklık yapardım. Paracıklarımın çoğu kitaplarıma, dergilerime giderdi. Neden mi söylüyorum bunları? Eğer bu yaşadıklarım olmasaydı 'Eski Bisiklet' romanımı yazamayabilirdim ('Eski bisiklet', bir çocuğun bisikletini çalışıp kendi parasıyla satın almasının öyküsüdür. Orada ne yazdıysam çoğunu birebir yaşamışımdır; ölümcül bisiklet kazaları, eve elde file ekmek, çay getirmeler, kıskançlıklar, arı seviler bg.). Buna benzer kimi anılarım da yine başka bir romanıma girecekti; doğal ki kahramanlarım üstünden… Çocukluk, gençlik coğrafyamda yaşadıklarımı, okuduklarımı, imgelemlerimi yıllar sonra üçüncü tekil kişide romanlarıma ağdırmamdan söz ediyorum…  Birkaç anım daha: Mahallede çok sevdiğim, saydığım bir ağabeyim (Erdinç Tür) vardı. Onun anaç ördeği kuyuya düşmüştü bir gün. Üzülmesine dayanamadım. Kuyuya inmeye gönüllü oldum. Belime bir ip bağlayıp saldılar beni aşağıya. İnerken ip koptu, çivileme düştüm kuyuya. Neyse ki bir yerime bir şey olmadı; ben de ördek de kurtulduk...  Yine bir gün mahallemizde bir yer altı mağarası keşfetmiş, o mağaranın nereye çıktığını araştırmaya koyulmuştum. Elimde fener saatlerce dolaştım mağaranın derinliklerinde… tek başıma… Sonradan mahalleliden öğrendim ki, Bizans'tan ya da Osmanlı'dan kalma bir yer altı su yoluymuş bulduğum...
Kadıköy'de  Haydarpaşa koyundaki Et ve Balık Kurumu'nun  yapılışında on iki yaşlarındaydım. Binanın yapılışı sırasında orada büyük bir gölet oluşmuştu. Derin yerleri de vardı. Mantardan yaptığım sallarla üzerinde gezinmeye bayılırdım. O küçücük gölet, imgelemimde büyük bir okyanusa dönüşürdü... Bir gün salım kırılıverdi. Ben de 'cump' denize... giysilerimle birlikte… İyi yüzerdim… İşte tüm bu yaşadıklarım yıllar sonra imgelediğim bir kurgu içine girecekti; Yergök'e… Kahramanım 'İngök Buldön'ün bir kar kuyusuna düşmesiyle, gizemli bir mağara içinde uzun yürüyüşüyle… ya da uçsuz bucaksız denizlere ilkel bir salla açılmasıyla… dev dalgalarla boğuşmasıyla…

Ortaokulu Kadıköy Yeldeğirmeni'nde okudum. Derslerimde genellikle başarılı olmama karşın orta birde Türkçe'den bütünlemeye kaldım. Ne gülünçtür ki aynı yıl bir derginin - adını anımsamıyorum şimdi; "Armağan", "Karınca" ya da "Ateş" olabilir- açtığı kompozisyon  yarışmasında birinci oldum. Konu anımsadığım kadarıyla: 'Bir küpünüz olsa içine ne koyardınız?' idi. Ben de küpün içine imgelemlerimi koymuştum… ıkış tıkış… Ödül, 'üç mü altı ay mı ne sürdürümcülük'tü. Dergiler okula geldi. Öğretmenlerimin elinden aldım onları. Ne sevinmiş, ne gururlar yaşamıştım… Öğrenimim boyunca bir daha Türkçe'den ya da edebiyattan bütünlemeye kalmadım…

Ortaokuldayken, 1957
Ortaokulu bitirdiğim yıl, aile tanışımız yaşlı bir edebiyat öğretmeninin (Sadiye Soysal) Büyük Ada'daki evinde can yoldaşı olarak üç ay kaldım. Orada çok varsıl bir kitaplıkla karşılaştım. Türk ve yabancı yazınının seçkin örnekleriyle tanıştım o yaz. Yaşımın üstünde okuduğum bu kitaplar (Tevfik Fikret, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin'den Zola, Balzac, Gide, Stendhal'a birçok klasik…), Sadiye Soysal ile kurduğumuz olağanüstü güzellikteki arkadaşlık, benliğimde derin izler bırakacaktı. Yergök'teki şaman kadın kahramanım Aygök, belki de bu  kelebek inceliğindeki kadındı… 
Demiryol Meslek Okulu öğrencisiyken, 1958
O yıl, Ankara Demiryol Meslek Okulu yatılı sınavına girdim. Kazandım. Bu okul Demiryollarına personel yetiştiriyordu… Sevinçle gidip kaydımı yaptırdım. Çocuk yaşta demiryolcu olmuştum. Derslerimin dışında karikatür çiziyor, sahafların ucuz kitaplarını araştırıyor, okuyor, bol bol sinemaya, tiyatroya gidiyordum yine. Sınıfta çıkarılan duvar gazetesinin karikatürlerini ben çiziyordum. Ayrıca karatahtayı arkadaşlarımın portre karikatürleriyle doldururdum hep… Şiir de yazardım - sözün birinci anlamında gazele, koşuğa öykünmeler… sıradan şiirler (daha doğrusu manzumeler)… Yine bu dönemde kimi arkadaşlarımla dışardan tiyatro kursu aldık. Ne ki, yarım kaldı sonra bu hevesimiz. Okul yöneticilerimiz çağcıl yapıda kimselerdi. Bizi ulusal, evrensel ekinle tanıştırmak için çırpınırlardı. Örneğin müzik dersimiz olmamasına karşın bir konservatuar öğretmenini müzik dersi (özellikle Türk Halk Müziği) vermesi için görevlendirmişlerdi. Yine örneğin operalara, tiyatrolara götürürlerdi bizi okulca… Aida ve Oidipus'u bu dönemimde izlemiştim.
Diyeceğim Cumhuriyetimizin en yararlı okullarından biriydi, 'Demiryolu Meslek Okulu. Ne yazık ki  bu güzel ekin yuvası Demiryollarını savsaklayan bir yaklaşımın kurbanı oldu, değeri anlaşılamadı, 1998'de kapatıldı.
Adana'da memurken, 1961
Bu seçkin okulu 1960'da bitirdim. Aynı yıl Demiryollarının Adana İşletmesine memur olarak atandım.  1962 yılına değin burada çalıştım. Sinema, tiyatro yine baş tutkumdu. Sonradan ayrımsadım; Adana Devlet tiyatrosunda o yıllarda izlediğim 'Çöl Faresi' oyununun, 1998'de yazdığım  'Market' adlı öyküme esin kaynağı olduğunu… Boş zamanlarımda çılgıncasına okuyordum. Anımsarım; Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza'sını gece gündüz hiç ara vermeden okumaktan sürmenaj olmuştum… Bu yapıt çok etkilemişti beni. Özellikle Raskolnikov'un kişiliği ve edimi… Yine o yıllar Panait İstrati düşkünüydüm. Onun özellikle 'Arkadaş' romanı günlerce çalkalamıştır beni...  Müzik dinlerdim bol bol. İlk maaşımla bir pikap almıştım. Bu yüzden birkaç ay simitle geçiştirmek zorunda kalmıştım kahvaltılarımı!.. İlk plaklarım ev sahibim olan gün görmüş yaşlı teyzeden ödünç alıp dinlediğim Strauss'ların taş plak valsleri idi.
1962'de askerliğimi yapmak üzere - yedek subay öğretmen olarak- Diyarbakır'a gönderildim. Çermik ilçesinin 'Yukarışıhlar' adlı bir dağ köyüne. Korka korka gittiğim bu köyü ve halkını -Zazalar- sonraları çok sevdim. Öyle ki, yaz dinlencemin büyük bir bölümünü bile burada geçirdim. Bunun belki de asıl nedeni okul kitaplığının çok varsıl olmasıydı. 1940'lı yıllardan başlayarak Milli Eğitim Bakanlığınca yayımlanan Dünya klasiklerinin hemen hemen tümü vardı. Susamış gibi daldım kitaplığa. Bir çoğunun sayfalarını ilk ben açtım açacakla!..  1964'de terhis oldum. Demiryollarının Haydarpaşa İşletmesine yine memur olarak atandım. Birkaç ay sonra evlendim. Acıbadem'de bir çatı katına yerleştik. Yaşantımda iki durak vardı; işim ve evim, arada sırada da sinema, tiyatro... eşimle… Yağlıboya yaparak, karikatür çizerek günlerimi geçiriyordum. İlk roman denemelerime bu arada başladım… O günün ünlü köy yazarlarına öykünmeler…  çoğu yarım kalmış sıradan karalamalar… 1965'de kızım Ayşegül doğdu. O coşkuyla 'Yergök' adlı romanımı yazdım. Karalamalarımı önüme gelene okuyordum. Dinleyenlerin kimisi, "O, aferin Erol, sende yazarlık damarı da varmış" diyordu, kimisi de dinlerken sık sık esniyordu… Bu dosyamı kitaplaştıramadım. İyi ki de basılmamış… romanımın o sıralar çok cılız olduğunu düşünüyorum çünkü şimdi… 
Kanıma işleyen öğretmenlik beni çağırıyordu… Yeniden bu mesleğe dönmeye karar verdim. 1966'da köy öğretmeni olarak Manisa'ya atandım. Atandığım köy bir dağ köyüydü. Ayvacık… Yörüktü halkı, sıcak insanlardı. Sonunda özlediğim mesleğe kavuşmuştum. Yaşantımda artık öğrencilerim, halkım vardı…
Bu arada 'Yergök' imgelerimde dallanıp budaklanıyor - 1994'e değin hep böyle olacaktı bu-, geceleri başım yastığa her düşüşte, uykuya dalıncaya dek 'Yergök' ülkesinde geziniyordum. 'Yergök' imgelemimde yarattığım ve belki de sığındığım bir düşülkesiydi…
Boş zamanlarımda bol bol okuyor, karikatür çiziyordum. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, H. İzzettin Dinamo etkilendiğim yazarlardandı. Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu, Ferruh Doğan çizgi tanrılarımdı (şimdi de öyle...)... Varlık, Akbaba izlediğim dergilerdi. Semih Balcıoğlu ile o yıllarda tanıştım. Akbaba'da… Yıllar sonra dört sayı çıkardığım 'Meriç Kardeş' dergisinde bir söyleşi yaptık O'nunla…
1969'da Eskişehir'e,  yine bir dağ köyüne atandım. Tekeciler… Görev yaptığım bu karlı üç dağ köyünün doğası  'Yergök'ümü iyice beslemiş olmalıydı. Çünkü  'Yergök' de çok yükseklerde var olan karlı bir ülkeydi… Aynı yıl Eskişehir 'TÖB-DER Lokali'nde' ilk kişisel karikatür sergimi açtım.

Anadolu Üniversitesi'nde Kimya Mühendisliği öğrencisiyken, 1974
1972'de Üniversite sınavlarına girdim. Anadolu üniversitesi Kimya Mühendisliği Fakültesi'nin gece bölümünü kazandım. Üniversite bitince mezun olduğum Demiryol Meslek Lisesi'ne öğretmen olarak atandım. Burada öğretmenliğimin yanı sıra okulun kitaplığını yönettim. Hem bolca okuyup kitaba olan açlığımı, susuzluğumu gideriyor, hem de öğrencilerimin kitap okumalarında rehberlik yapıyordum.
1979 yılında TCDD Pratik Sanat Okulu Müdürlüğü'ne atandım. Burada da kitaba ağırlık verdim. Öğrencilerimin boş zamanlarında okuma, müzik dinleme beğenilerini geliştirmeye çalıştım. Canlı, coşkulu bir okuma işliği kurduk… 1980'de Eskişehir Lokomotif Motor Sanayii'ne (ELMS/ sonradan TÜLOMSAŞ) mühendis olarak atandım. 1989'da buradan emekli oldum.

1990'da torunum Işılay Meriç dünyaya geldi. Onun için şiirsel bilmeceler yazmaya, koyuldum. Bir gün, Eskişehir'de çıkan Sakarya Gazetesi'nin köşe yazarı Şener Yılmaz gördü bunları. Onun ve Sakarya Gazetesi yazı işleri müdürü Engin Bayrı'nın el  vermesiyle bir bilmece köşesi açıldı gazetede. Aylarca sürdü bu. Sonra karikatürlerimle desteklediğim bu özgün bilmecelerim 2000'de Kaynak Yayınları'nca kitaplaştırıldı (ikinci baskı: Kaynak Yayınları, 2006).
Sonunda 1994'de 'Yergök'ü yeniden kaleme aldım. Çocukluğumun, gençliğimin imgelemleri çağrışımlarla, tetiklenmelerle dallanıp budaklanarak kurguma yığışıyordu. İki yıl sürdü bu… Sonunda romanımı bitirdim. Dosyamı  Eskişehir 'Ant  Yayınları'nın sahibi Üzeyir Atmaca çok beğendi. "Ben basarım bunu' dedi, "Hem de telif vererek." Altı ay sonra Atmaca, elime bir disket uzatıp, "İşlerim kötü, yayınevimi kapatıyorum, romanını ne yazık ki basamayacağım. Ama sana romanın yazılımını armağan olarak veriyorum, dilediğine bastırabilirsin" dedi.  O sıralar yazılarımı elle yazıyordum. Bu yazıların basılacak bir duruma getirilmesi için bilgisayara geçirilmesi gerekiyordu. Bu işlem benim için zor bir işti. Ben de onun bu iyi niyetli davranışına karşı, bedeli karşılığında romanımı  ona bastırdım. Yazarlık doğum günümü (ilk imza günümü) 1996'nın yağmurlu bir Nisan günü Eskişehir Kibele Kitabevi'nde kutladım. İkinci (2001) ve üçüncü (2010) baskıları Logos Yayınları'nca yapıldı. Yine 2011 yılında TEDA projesi çerçevesinde Rusça'ya çevrildi.
1996'da Eskişehir'li Karikatüristler karma sergisine (Eskişehir Güzel Sanatlar Galerisinde) katıldım. Aynı sergi o yıl Kütahya'da da düzenlendi.
1998'de 'Market' adlı öyküm Varlık dergisinde Nursel Duruel'in 'Ustaların Seçtiği' köşesinde beğenilip yayımlandı. Beni yüreklendiren büyük usta Nursel Duruel ile daha sonraki yıllarda iki radyo söyleşisi yaptık…

Yine 1998'de arkadaşım Serpil Gedik'in eşgüdümünde, 'Meriç Kardeş' adlı çocuk dergimi çıkardım. Yazarlarım, çizerlerim genellikle çocuklardı. Onlara simgesel de olsa  telif ücreti de veriyordum… Maliyesi, muhasebecisi olan kayıtlı kuyutlu bir dergiydi Meriç Kardeş… İçeriğinde karikatürler, öyküler, şiirler olan… 300' e yakın sürdürümcüm olmasına karşın ne yazık ki gerisini getiremedim… Dördüncü sayısından sonra maddi sorunlardan dolayı kapattım dergiyi.
Meriç Kardeş dergileri
Yergök'ün ardından 'Son İki Çocuk' adlı bilimkurgu romanım geldi. Bu romanım; genetik, uzaybilim, bilgisayar olgularının günümüzden üç yüz yıl sonra geçen bir zamandaki  gelişmelerini imgeleyen bir yolculukta, iki çocuğun insanlıklarının keşiflerine uzanan bir eğretilemedir. Dosyamı belki yayımlatabilirim düşüncesiyle 'Mevlüt Kaplan Roman Yarışması'na gönderdim. Yarışma alanı dışı olmasına karşın mansiyon aldı ve Özgür Eğitim Yayınları'nca basıldı (2000). İkinci (2004) ve üçüncü (2010) baskıları Kaynak Yayınları'nca yapıldı sonra.
Meriç Kardeş ve ben; karikatürist Ericek'in çizgisi ile, 1998
Okuyan Şehir Sakarya etkinliklerinden, 2007
Sayfa başı...