Tacîser Tüfekçi Sivas ile, "Anadolu Uygarlığı'nın Öncesinden Etkilenen ve
Sonrasını EtkileyenÖzgün Yorumlayıcıları Frigler" Üzerine Söyleşi
2007 yılında TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi tarafından Tacîser Tüfekçi Sivas ve Hakan Sivas tarafından kaleme alınan "Frig Vadileri (Frigler'den Türk dönemine Uzanan Kültürel Miras) adlı bir kitap yayımlandı. Bu yılın başında (26 Aralık 2007-13 Nisan 2008) Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde dünyada ilk kez "Frigler'in Gizemli Uygarlığı" adlı bir sergi açıldı. Aynı kuruluş (YKY), Tacîser Tüfekçi Sivas'ın bilimsel danışmanlığında Frig Uygarlığı'nı her yanıyla tanıtan, uzmanları tarafından yazılmış makalelerin ve sergideki resimlerin yer aldığı "Frigler'in Gizemli Uygarlığı" adlı bir katalog yayımladı. Eş zamanlı olarak (ocak 2008) National Geographic dergisi de, yine Tacîser Tüfekçi Sivas'ın kaleminden Frigler'i dosya olarak işledi. 2008 yılı bir "Frig Yılı" gibiydi…
Eski Çağ yazarlarına ve son kazıbilimsel ve epigrafik bulgulara göre Frigler'in Erken Demir Çağ'da (MÖ. yaklaşık 1200-950) Makedonya ve Trakya'dan Boğazlar yolu ile Anadolu'ya göç eden Trak boylarından biri olduğu, genel görüş olarak kabul ediliyor. MÖ. 8. yüzyıldan başlayarak özellikle Anadolu tarihinin efsaneleşmiş ünlü kralı Midas ile özdeşleştirilen Frig Uygarlığı, görkemli bir gerdanlık gibi Orta ve Batı Anadolu'da ışıldar. Anadolu Uygarlığı birikimlerini (Hatti- Hitit) ve çağdaşlarından (Urartu) aldıkları esinleri/ etkileri kendilerine özgü yorumlayıp kendinden sonraki uygarlıklara uç verir. Taş ve ahşap mimarisi, mobilyacılığı, maden işleme teknikleri, dokumacılığı, müziği ve belki de en önemlisi tek tanrı gibi gördükleri Ana Tanrıçalarının kültü ile... Ve sonraki dönemler içinde yavaş yavaş Anadolu halkına karışıp sessizce giderler (yaklaşık MS. 500 dolayları). Artlarında çok geniş bir coğrafyaya (Orta ve Batı Anadolu'ya) tümülüslerini ve kutsal tanrıçalarını imledikleri kült anıtlarını bırakarak…
Tacîser Tüfekçi Sivas ile Anadolu Uygarlığı'nın gelişiminde önemli bir halka olan Frigler ve Frig Uygarlığı üzerinde söyleştik.
Tacîser Tüfekçi Sivas, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı'ndan 1983'te mezun oldu. 1985-1986 yılları arasında İtalyan Hükümeti'nin araştırma bursu ile Roma'da Universita di Roma "La Sapianza" bünyesindeki Istituto Paletnologia'da bilimsel çalışmalar yaptı. 1988'de İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı'ndan yüksek lisansını aldı. Doktorasını 1997'de aynı üniversitenin Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı'ndan, doçentlik unvanını ise 2004'te, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı'ndan aldı.
1980-1985 yılları arasında stajyer öğrenci olarak Kaleköy, İmikuşağı, Tille, Dilkaya, İkiztepe, Klazomenai ve Efes kazılarına; 1985-1989 yıllarında kazı heyet üyesi olarak Şemsiyetepe kazısına, 1989 yılından itibaren de Şarhöyük (Dorylaion) kazısına katılan Tacîser Tüfekçi Sivas, 2001 yılında Frigler'in Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar bölgesindeki yayılım alanları ve yerleşim modellerini araştırmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Eskişehir, Afyonkarahisar ve Kütahya illerinde arkeolojik yüzey araştırmalarına başladı. 2005'te Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Şarhöyük Arkeolojik Kazı'sının Başkanlığı'nı Prof. Dr. A. Muhibbe Darga'dan devraldı. Aynı yıl halen sürdürmekte olduğu Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeliğine seçildi.
Özellikle Frig uygarlığı, kült anıtları ve kaya mezarları üzerine bir çok ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiriler sunan; ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde makaleleri yayımlanan ve ulusal ve uluslararası projelerde üyelik ve yöneticilik yapan Tacîser Tüfekçi Sivas, yine bu alanda kitap yazdı, sergi bilimsel danışmanlığı yaptı. 2008 yılında Eskişehir Sanat Derneği'nin Arkeoloji ödülüne layık görüldü.
- 1990 yılından beri Frig Uygarlığı üzerine kesintisiz olarak araştırma ve çalışmalarınızı sürdürmektesiniz. 1997 yılında verdiğiniz -daha sonra 1999' da kitaplaşan -doktora tezinizle (Phryg Kaya Anıtları, Anadolu Üniversitesi Yayınları.) Dağlık Frigya'daki Frig dönemine değgin anıtların ayrıntılı bir envanterini çıkardınız. Bir kadın bilim insanı olarak Frigya Vadiler'ini adımlarken Leake'den (1800) bu yana bir çok gezgini, bilim insanını özellikle bir kadın bilim insanı olan Haspels'ı sık sık anımsamış ya da onlarla özdeşleşmiş olmalısınız. Neler duyumsardınız böyle anlarınızda? Bir de 1990'dan bu yana çalışma alanınızda Frig anıtları bağlamında ne gibi bulgular/ buluntular eklemlendi envanterinize?
- C. H. E. Haspels'ın kaleme aldığı fakat yayınlayamadığı, günümüzde D. Berndt tarafından düzenlenerek yayınevine baskıya verilen bir kitap var. Heyecanla onu bekliyorum. Sergi kataloğunda bu kitaptan bazı bölümleri yayınladı (s.33-48). Kitabın ismi "I am the Last of the Travellers, Midas City Excavations 1937-1939. The Highlands of Phrygia: Survey 1946 and 1950 (Ben Gezginlerin sonuncusuyum, Midas Şehri Kazıları 1937-1939. Dağlık Frigya Araştırmaları 1946 ve 1950) " Haspels kitabına bu ismi koyarken sanıyorum çok keyif aldığı ama bir o kadar da zahmetli ve yorucu geçen Dağlık Frigya araştırmalarına kendisinden sonra kimsenin devam etmeyeceğini düşündü. Şimdi geriye baktığımda 1990'dan günümüze kesintisiz 18 yıldır her sene en az bir ay olmak üzere ben ve araştırma ekibim Haspels'ın araştırmalarının ışığında, onun çalışmalarını bir adım daha ileriye götürmek için bölgede arkeolojik yüzey araştırmaları yapıyoruz.
Amestardam Üniversitesi Klasik Arkeoloji kürsüsünde öğretim üyesi olan Haspels, 2. Dünya Savaşı yıllarını İstanbul'da geçirmiştir. Bu tercihi ile ilgili olarak da, ".... Midas Şehri'ni sarmalayan dağlar, geniş yaylalar, ışıklı fıstık çamı ormanları, su değirmenlerinin yer aldığı vadi yatakları ve emsalsiz çeşitli tüf kayalardan oluşan Frigler'in mirasını geride bırakamadım..." der. Frigya sevdası bu olsa gerek!..
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölü'münde genç bir asistan olarak göreve başladığım yıl, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı'nda doktora programına da kaydolmuştum. Doktora tez danışmanım (Doktora Babam) çok sevgili hocam sayın Prof. Dr. Taner Tarhan, "...Taci, madem akademik hayatına Eskişehir'de devam edeceksin, o zaman seni Frig uzmanı olarak yetiştirmeliyiz. Türkiye'de bu konuda uzman çok az. Sen C. H. E. Haspels'ın izinden git bakalım. Dağlık Frigya'daki Frig kült anıtlarını çalışacaksın" dedi. Gerçeği söylemek gerekirse ben değil Dağlık Frigya'yı, Eskişehir'i bile hayatımda hiç görmemiştim. Bir kez trenle Ankara'ya giderken istasyonda yoğurt ve haşhaşlı yemiştim. Çünkü öğrencilik yıllarım Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki kazılarda geçmişti. 1989 yılından itibaren Haspels'ın Frig arkeolojisine kazandırdığı baş yapıt "The Highlands of Phrygia: Sites and Monuments I-II, Princeton 1971" kitabıyla başladı benim Frigya'yı keşfetme maceram. Ondan sonra da hiç kopmadı Haspels ile olan bağlantım. Onun daha önce keşfettiği, hayranlıkla izlediği her anıt ve her yerleşme beni de heyecanlandırdı. Onun bulup çizdiği, günümüzde ne yazık ki hunharca patlatılan anıtları gördükçe iyi ki Haspels anıtları bu haliyle görmedi diye seviniyorum. Onun gözünden kaçan bazı detayları saptadıkça; çevrede yeni anıtlar, yapılar buldukça, hem kendi adıma hem de Haspels adına seviniyorum. Bazı köylerde, çocukluğunda Haspels'a yardım etmiş, onu at sırtında tırmanırken ya da bir kaya mezarında dinlenirken hatırlayan 70'ini aşmış köylülere rastlıyoruz. Hepsi o kadar net anımsıyorlar ki Haspels'ı. Yüzey araştırmalarımızda Haspels hep bizimle… Ekipten biri yani...
Su değirmenleri ve patlatılan anıtlar dışında Dağlık Frigya'da Haspels'dan günümüze değişen pek fazla bir şey yok. Frig Vadileri hâlâ keşfedilmeyi bekleyen gizemlerle dolu. Haspels'ın da dile getirdiği gibi, içimizde bu eski anıtları çıplak kayalar arasında ya da sessiz ormanlarda tenhalığı tercih ederek hayranlıkla izleme isteği var. Keşke sihirli bir güç bizi bölgenin Frigler tarafından iskan edildiği zamana geri götürebilseydi. Buraların bir zamanlar hareketli, ve rengarenk giysilere bürünmüş, coşkulu şarkılar söyleyen insanlarla dolu olduğunu düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor.
Bizim 1990 yılında başlayan çalışmalarımız, Haspels'dan sonra bölgede devam eden kapsamlı tek çalışma şimdilik. Yani Haspels kendisini Son Gezgin olarak tanımlarken pek de haksız değilmiş. Biz Dağlık Frigya'nın dışına da çıkarak, özellikle Haspels'ın araştırma yapmadığı bölgelerdeki Frig yayılım sahasını ve yerleşim stratejisini araştırıyoruz. 2000-2008 yılları arasında daha çok Eskişehir'in doğusu, güneydoğusu ve kuzeyini inceledik. Yani başkent Gordion ile Dağlık Frigya Bölgesi arasında bir geçiş bölgesi olan Sivrihisar, Sündiken ve Günyüzü dağlarının eteklerinde araştırma yaptık. Bu çalışmalarımızda Aktepe Kalesi, Zey kalesi, Yaslanbayır, Tepecik, Üçbaşlı gibi bir dizi yeni Frig yerleşmesi ile Kuzören, Menekşe kayalar, Sülün anıtı gibi fasad (mimari cephe), basamaklı sunak, niş ve oda mezarlardan oluşan dini içerikli kaya anıtları saptadık. Ayrıca son yıllardaki araştırmalarımızda, bölgedeki mezar stelleri üzerindeki bağcılık aletleri ve tanrı Dionysos'a ithaf edilmiş yazıtlardan antik çağda varlığını bildiğimiz bağcılık ve şarap üretimine yönelik kayaya oyulmuş üzüm presleri de saptadık. Sivrihisar çevresinde hâlâ devam eden bağcılık ve pekmez yapımı da Eskiçağ'dan itibaren devam eden köklü bir üretimin günümüze yansıması.
-Burada özellikle Yazılıkaya Anıtı üzerinde durmak isterim. "Midas'ın Serçeparmağı" romanımda bu görkemli anıtın yapılış süreçlerini ve anıtın çağrıştırdığı imgeleri yazarken anıtı tarihlendirmemde ve betimlemelerimde "Frigya Kaya Anıtları" kitabınız temel kaynağım olmuştu. Roman bittikten sonra Gordion iç kalesi illüstrasyonunda (Handan Kaynakgöz) ve bilimsel denetlemede sizin ve Veli Sevin Hoca'nın romanımın bilimsel arka tasarını sağlamlaştıran çok değerli katkılar almıştım. Dağlık Frigya'nın bu eşsiz anıtı ve diğerleri ne yazık ki doğanın ve gömü avcılarının acımasız saldırı sonucu derin yaralar almış durumda. Siz her fırsatta -söylemlerinizde/ anlatılarınızda- çığlık atarcasına bu olguyu imliyorsunuz. Bu sorun zaman zaman da yerel/ ulusal basında ve yurtiçi/ yurtdışı bilimsel kongrelerde dile getirilmekte. Nedir Sayın Sivas bu ulusal ve evrensel değerdeki kültürel varlıklarımızın kıyım ve koruma durumu? Şu anda uygulanmakta olan bir proje var mı bu konuda, ya da gündeme gelecek gibi gözüken?..
- Eskisehir, Kütahya ve Afyonkarahisar illeri arasında uzanan Dağlık Frigya Bölgesi'ndeki Frig vadileri, ülkemizdeki tarih, kültür ve doğa turizmi potansiyeline sahip en güzel vadilerdendir. Bu vadilerde yer alan Frig kaya anıtları da Frig sanatının, kaya mimarisinin en çarpıcı örneklerini oluşturur. Bu anıtlar, Friglerin doğayı, doğurganlığı bereketi simgeleyen Anadolulu Ana Tanrıçası Matar Kubileya'nın gizemli kült anıtlarıdır. Anadolu Kültür Tarihi'nin ünik birer eseri olan bu anıtlar, volkanik tüf kütleleri üzerine oyulmuştur ve binlerce yıldır doğanın sert iklim koşullarına karşı inatla direnerek günümüze kadar gelebilmişlerdir. Ancak, anıtlar bu süreçte olumsuz doğa koşullarının neden olduğu doğal tahribatlarla giderek özgün görünümlerinden uzaklaşmıştır. Günümüzde hâlâ hiç bir koruma önlemi alınmadığı için doğanın acımasız gücü karşısında anıtlar tahrip olmaya devam etmektedir. Bu tahribatlardan en çok etkilenen anıtların başında Yazılıkaya-Midas Anıtı gelir. Bu görkemli anıt, dik bir kaya yüzeyine oyulmuş olup 17 m. yüksekliğinde 16.40 m genişliğindedir. Frig başkenti Gordion'dan (Yassıhöyük) iyi tanıdığımız batı Anadolu kökenli bir konut tipi olan dikdörtgen planlı, beşik çatılı bir megaronun ön cephesini temsil etmektedir. Günümüzde anıtın alınlık kısmı çok tahrip olmuştur. Tepe akroterinin ortasından başlayan derin çatlak, iki yana eğimli üçgen alınlığı ikiye bölmüştür. Bu çatlak zaman içinde özellikle don olayına bağlı olarak daha da genişleyip derinleşerek cephe duvarının ortalarına kadar ilerlemiştir. Bu durum, aynı zamanda alınlık yüzeyindeki bezemelerin de büyük ölçüde tahribine yol açmıştır. Alınlığın yanı sıra kayalık zeminde biriken yağmur ve kar suları nedeniyle anıtın alt kısmı de ciddi şekilde tahrip olmuştur. Ayrıca, daha yukarıdaki kayalardan koparak anıtın arkasına düşen büyük kaya bloğunun arkadan yaptığı basınç da anıt için ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Bu anıt için başlatılan tüm koruma ve onarım projeleri, ne yazık ki başlangıç aşamasında yarım bırakılmış ve anıt şimdilik kaderine terk edilmiştir. Bölgede biraz daha küçük ölçekli aynı tip 8 anıtsal kült yapısı daha vardır ve hepsi benzer sorunlar nedeniyle yok olma sürecine girmiştir. Gökbahçe köyü sınırları içindeki Bahşeyş anıtı, hafifçe dışa taşkın beşik çatısı ve yan duvarları ile karşıdan bakıldığında adeta üç boyutlu bir eve benzemektedir. Bu anıtta da cephe duvarının özellikle alt kısmındaki bezemeler ile kapı geçidinin tabanı çok aşınmıştır. Fakat anıtlara esas öldürücü darbeler bölgede son yıllarda giderek artan defineciler tarafından vurulmaktadır. Defineciler ve eski eser kaçakçıları cahilce kayaların içinde düşledikleri hazineyi bulma hayali ile anıtları acımasızca dinamit ile patlatarak aslında en değerli hazinemiz yok etmektedirler.
Afyon ili sınırları içinde Döğer beldesi yakınlarında yer alan anıtsal Aslankaya Anıtı, Küçük Kapı Kaya Anıtı ve Büyük Kapı Kaya Anıtı son yıllarda bu umutsuz hayalin uğruna patlatılarak acımasızca tahrip edilmişlerdir. Yine Eskişehir il sınırları içinde, Han ilçesine bağlı Yazılıkaya köyünün hemen yanı başında tüm ihtişamı ile yükselen Yazılıkaya-Midas Şehrindeki kaya mezarı ören yerinin bir bekçi olmasına rağmen bir gece korkusuzca dinamit ile patlatılmış, daha sonra Eskişehir Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından onarılmıştır. Son olarak Eskişehir-Günyüzü ilçesi Kuzören köyü yakınlarında bugün için Eskişehir il sınırları içinde tek örnek olan Ana Tanrıça kabartmalı Frig kaya anıtı da definecilerden nasibini almış bir şekilde bulunmuştur. Ne yazık ki hazine avcıları bu anıtı da dinamit ile patlatarak tahrip etmiştir. Bölgenin gerek tarihi gerekse turizm açısından en önemli kültür varlıklarını bünyesinde barındıran Frig Vadileri ve Frig anıtlarına, ne yazık ki henüz hak ettikleri ilgi gösterilmemektedir. Bu anıtlar için bir an önce restorasyon ve güçlendirme projelerinin hazırlanması gerekmektedir. Toprağın, bereketin simgesi Ana Tanrıça Matar Kubileya'nın anıtları cehalet yüzünden yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Frig Vadileri'nin, geniş kapsamlı bir koruma projesinin aşamalarla hayata geçirilmesi ile birer açık hava müzesi olarak kültür turizmine açılmasının zamanı çoktan gelmiştir. Bu konuda hemen İnşaat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi'nin duyarlılığını ve katkısını belirtmek isterim. Oda yönetim kurulu benim ve Doç. Dr. Hakan Sivas tarafından kaleme alınan "Frig Vadileri: Frigler'den Türk Dönemi'ne Uzanan Kültürel Miras" isimli bir kitap bastırdı. Bu kitapta Frig Vadileri'nin görkemli tarihi eserlerinden bir kesit sunuluyor. Son bir gelişme; üyesi olduğum Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Eskişehir Şubesi olarak "Frig Vadileri'nin tanıtımı ve kültür turizmine kazandırılması" adlı bir proje hazırladık. Bu proje Eskişehir'deki tüm kadın derneklerini kapsayan Kadın Platformu'nun projesi olarak kabul gördü. 2009 yılı bizim bölgemiz için Frig yılı… Amacımız öncelikle bu vadilerin ulusal ve uluslararası tanıtımının hak ettiği şekilde yapılması. Bunu başarabilirsek anıtların gelecek kuşaklara aktarılması ile ilgili çalışmalarda da ciddi, kalıcı adımların atılacağına inanıyorum.
- Bilimsel danışmanlığını yaptığınız "Frigler'in Gizemli Uygarlığı" sergisini özellikle gezmek için gitmiştim İstanbul'a. Daha müzeye girer girmez, Bülent Alaner'in düzenlediği Frig modundaki müzikle Frig Uygarlığı içinde bulmuştum kendimi. Onlarca Frig yapıtı arasında… Beni en çok etkileyen, Anatanrıça Kubileya ile "yaşam ağacı ve keçiler" askılı friz levhasındaki keçiler oldu. "Phryg Kaya Anıtları" kitabınızda (s.9) "Frig ahşap mimarisi ve mobilyacılığın yanı sıra Frig madenciliğinin ulaşmış olduğu üstün düzey göz önünde tutulursa, (İç Anadolu) orman alanlarının tüketilmesinde Frigler'in de rolünün olduğu ileri sürülebilir" diyordunuz. Bir önemli etmen de "cephe kaplama levhası" ile gösterilmiş oluyor böylelikle… "Yaşam ağaçlarımız" olan ormanlarımızın günümüzde de işlevlerini yerine getiren keçiler… Bir de şunu söylemek isterim: 14 Mart 2008 tarihli Sabah gazetesinde Atilla Dorsay, "Türkler Anadolu'ya ne zaman sahip çıkacak?" başlıklı yazısında "Frigler'in Gizemli Uygarlığı" sergisindeki izlenimlerini dile getirmiş: "... sergiyi geziyorum. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki az, ama çok önemli eserlerinden tanıdığım Frig Uygarlığı, ne güzel işler yapmış! Yalnız Ankara'dan değil, Eskişehir, Burdur, Isparta, Kütahya, Afyon ve elbette en çok Gordion müzelerinden getirilen eserler, ayrıca Midas Kenti mimari eserlerinin büyük boy fotoğrafları, bir büyülü hava yaratıyor (.....) gezerken dikkat ettim, bütün o görkemli mimari yapıları önce yabancılar görmüş, tümülüs ve mezarları onlar keşfedip kazmışlar. (.....) Bizler, kaç yüzyıl boyu bu toprağın altında ve üstünde yatan tarihe hiç ilgi duymamışız . Üstüne üstlük, bir utanç panosunun hatırlattığı gibi bu eserlere yakın zamanda adına define tutkusu denen hastalık musallat olmuş..." diyor. Sayın Sivas, ülkemizin kültürel varsıllığını ortaya koyan bu görkemli serginin işlevselliğinden, dönütlerinden ve gerçekleşmesiyle ilgili öyküsünden kısaca söz eder misiniz?
- Bana göre, bir Türk aydınının kaleminden çıkan bu satırlar bu serginin amacını, vermek istediği mesajı en kısa, en yalın ve en etkili bir şekilde özetliyor. 3 ay boyunca sergiyi dolaşan sayıları 40.000'i aşan her yaş ve her sınıftan izleyicinin sergi defterine yazdığı övgü dolu satırlarda da serginin ulaştığı başarı çok açık olarak izleniyor. Küçük bir izleyici bakın ne yazmış : " ...öğretmenim bana Midas'ın hikayesini anlatınca çok beğendim. Çok güzel ve çok ilginç eserler vardı. Herkes onlara hayran kaldı ve onları çok sevdi. Ramazan Koyuncu ".
İstanbul Yapı Kredi Kültür Sanat A.Ş. daha önceki yıllarda Anadolu'nun farklı zaman dilimlerine ait uygarlıklarını çarpıcı özellikleriyle tanıtmaya yönelik çok başarılı sergiler düzenlemişti. Bu sergilerden hemen akla gelenler arasında Çatalhöyük, Troya, Hitit, Urartu sergileri sayılabilir. Bu kurumun yetkilileri, 2007-2008 yılı içinde Anadolu'nun güçlü Demir Çağ krallıklarından Frigler'i sergi teması olarak seçmişler. 2007 yılının Mart ayında Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi müdürü ve sergi koordinatörü Şennur ŞENTÜRK önce telefonla arayarak Frig sergisinde bilimsel danışman olarak benimle çalışmak istediklerini söyledi. Oysa, Frig başkenti Gordion'u kazan ve Frigler üzerine 1950'li yıllardan beri çalışan bir çok yabancı meslektaşım vardı. 1990 yılından itibaren akademik araştırmalarımı Frigler ve Frig kaya anıtları üzerine yapmaktayım. Bu alandaki çalışmalarımın takdir görmesi ve yetkililerin bir Türk araştırmacı ile bu sergiyi hazırlamak istemesi beni çok onurlandırdı. Bugüne kadar Friglerle ilgili dünyada böyle bir sergi yapılmamıştı. İstanbul'daki bir kaç toplantıdan sonra yaz aylarında Frigler'in ana yerleşim alanı içinde yer alan Ankara, Gordion, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar ve Burdur müzelerinden taşınabilir nitelikte 275 adet özgün Frig eserini seçtik. Bu eserler arasında Frigler'in gelişmiş maden sanatının en dikkat çekici örneklerini oluşturan tunç kaseler, kazanlar, testiler, kepçeler, kemer ve fibulalar (çengelli iğne); boya bezemeli ve metal taklidi gri renkli pişmiş toprak Frig çanak çömlekleri, dokuma aletleri; kemik iğneler; taş kabartma ve heykeller; pişmiş toprak mimari kaplama levhaları ve çatı kiremitlerini sayabiliriz. Zengin orman kaynakları nedeniyle Frigler'de ahşap işçiliği ve mobilya endüstrisi çok gelişmiştir. Hayvancılığa bağlı olarak gelişen dokumacılık ise bir başka iş koludur. Özellikle Gordion tümülüslerinde ele geçen ve yıllarca süren restorasyon çalışmaları sonucunda Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenebilen eşsiz ahşap masa sehpa ve iskemleler ile az sayıdaki dokuma örneklerini eserlerin hassasiyeti nedeniyle sergiye getiremedik. Frig kaya mimarisinin en özgün örneklerini oluşturan kaya anıtlarını da sergiye taşımak mümkün değildi. Bu eserleri müzenin duvarlarına astığımız büyük ölçekli fotoğraflar ve panolardaki açıklamalarla izleyiciler ile buluşturduk.
Antik çağ yazarları, Frigler'in müzik ve dansta üstün bir performans sergilediklerini, başta kaval olmak üzere bir çok müzik aletinin yine Frigler tarafından bulunduğunu belirtmişlerdir eserlerinde. Bu bağlamda sergi için özgün bir şey yaptık. Özellikle Klasik Türk Müziği'nde "Frigyen Modu" ya da "Frigya Makamı" olarak adlandırılan, Adnan Saygun'un Yunus Emre Oratoryası'nda, 13-14. yüzyıllarda Yunus Emre ilahilerinde, daha da geriye gidildiğinde Antik Çağ müziğinde karşımıza çıkan Frigyen modunun kullanıldığı müzik parçaları Prof. Dr. Bülent Alaner tarafından düzenlenerek bir CD'de toplandı. Ziyaretçiler, bu müzik eşliğinde sergiyi gezdiler. Doç. Dr. Hakan Sivas ile birlikte bir de Türkçe-İngilizce sergi kataloğu hazırladık. Bu katalogda Frig uygarlığını her yönü ile tanıtan, uzmanları tarafından yazılmış makaleler ile sergilenen eserler yer alıyor. Ayrıca, müzede sergi sürecince sergi ile bağlantılı etkinlikler yapıldı. Şubat ayı etkinliklerinden birinde ben Frigler'in Gizemli Uygarlığı isimli bir konferans verdim. Aynı etkinlik kapsamında Prof. Dr. Bülent Alaner de Frigya'dan Günümüze Müzik ile Yaşayan Anadolu isimli bir konferans verdi. Ayrıca, profesyonel eğitmenler eşliğinde çeşitli yaş gruplarındaki çocuklara sergi gezdirilerek, sergiyle ilgili resim, seramik, tiyatro atölye çalışmaları yaptırıldı.
Uluslararası ve ulusal basında, ulusal TV ve radyo kanallarında sergiyle ilgili büyük övgüler topladık. Bilimin toplumun her kesimi ile buluşabilmesi, topluma yön vermesi müthiş bir haz. Küçük bir izleyicinin sergi defterine yazdıkları, bu serginin sonunda benim için en büyük mutluluk kaynağı oldu: "Bu sergiyi tam 16 kere gezdim. Ve Frigyalıların çocuk etkinliklerine her sefer katıldım. Bu sergi olağanüstü bir sergi. Babam ve ben çok şanslıyız. Teşekkürler. Melisa Sermet "
- Friglerin parlayış döneminde (MÖ. 900-700) Anatanrıçaları "Kubileya"nın daha Yunan ve Roma panteonuna girmediği biliniyor. Öncülleri Anadolu Neolitik Çağ'ından gelip Tunç Çağı'nda belirginleşen ve Demir Çağı'nda Frig'de özgünleşmiş olan bu Anatanrıça Kültü'nün Frig toplumsal ve siyasi yaşamını biçimlediği ve diğer uygarlıkları da zamandizinsel evreler içinde etkileyerek inançsal olguların ortakköküne götürdüğü görülüyor. Azra Erhat daha 1972'lerde "Anatanrıça Kültünü aydınlatmak bugün kazıbilim, tarih, din tarihi, söylencebilim, sanatla yazın tarihinin katışık görevi olmalıdır" (Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi 1978, s.199.) der. Bu alanda Türk - örneğin Fahri Işık- ve yabancı - örneğin Lynn E. Roller- birçok bilim insanının araştırmaları var. Sizin araştırıp incelediğiniz bulgularda/ buluntularda gördüğünüz Anatanrıça görüngüsü nedir?
- En önemli yaşam kaynağımız olan toprağın bereketi ile özdeşleşen ürünün bolluğunu, kadının, yani ilahi söylemle Ana Tanrıça'nın doğurganlığı ile bağdaştırmak, Anadolu insanının M.Ö. 7. bin yıldan beri benliğine, kimliğine yerleşmiş, adeta nesilden nesile, toplumdan topluma geçen genetik bir inanç olmuştur. Günümüzde ünlü halk ozanımız Aşık Veysel:
" .......
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi,
Kazma ile dövmeyince kıt verdi,
Benim sadık yarim kara topraktır
......
Hakk'ın gizli hazinesi toprakta.
Benim sadık yarim kara topraktır
....."
dizeleriyle çok yalın, bir o kadar da içten duygularla dile getiriyor; Anadolu insanının toprakla olan ilahi birlikteliğini. Elbette Frigler de bu ortak paydadan kendilerine düşeni almış, Anadolu topraklarında tanıdıkları, bereket bahşeden, koruyan, kollayan Ana Tanrıça'ya en içten duygularla bağlanmışlardır. Ana Tanrıça, Frig dininde adeta tek tanrı olarak tapınım gören, en büyük ilahi Ana'dır. O, Frigli için yaşamın kaynağı, doğanın doğurganlığın, bereketin kendisidir. Bu nedenledir ki Frigli Ona en yalın şekliyle MATAR=ANA veya MATAR KUBİLEYA (Dağların ANASI) olarak seslenmiştir ibadetlerinde. Bu ismin dünden bugüne Batı dillerine aynı anlamıyla "Mother ya da Mutter" şeklinde kök sürmüşlüğü ise Anadolulu Ana'nın, diğer bir deyişle Anadolu Uygarlıklarının modern Batı Uygarlığı'nın yaratılmasında oynadığı önemli rolü yansıtması bakımından çok dikkat çekicidir.
Frig dini inancına göre: Toprak O'nunla sürülür, tohum O'nunla atılır, ekin O'nunla biçilir. Doğuran da doyuran da O'dur. Bu nedenle Gök Kubbe'nin altındaki uçsuz bucaksız doğa, ulu dağlar ve yalçın kayalar bütünü ile O'nun, yani MATAR'ın tapınağıdır ve kutsaldır! Sonraları, tanrıça mimari bir yapıya dönüştürülen kayaların içinde yaşamaya devam etmiştir. Sembolik kapı, her an tanrıçanın varlığını hissettirir. Kapı bir gün açılacak ve tanrıça kayaların derinliklerinden çıkarak bereket ve bolluk bahşedecektir kendisine inananlara...
MATAR'ın gizemli ritüellerine tanıklık eden Frig dilinde yazılmış belgeler bugün için sayıca çok azdır. Bunlar da okunabilmekle birlikte birkaç kelime ve isim dışında henüz anlaşılamamaktadır. Bu nedenle, özellikle Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar illeri arasında yer alan Dağlık Frigya Bölgesi'ndeki Frig yerleşmelerinin girişlerinde veya yüksek kısımlarında, tabiatın ortasında, su kıyında, ya da tarla kenarında ana kayadan yontulmuş anıtsal ya da küçük ölçekli fasad (mimari cephe), sunak ve nişlerden oluşan kült anıtları, otantik Frig dini tapınımlarının şimdilik en önemli tanıklarını oluşturmaktadır. .
- Anadolu köylerindeki kimi yapılarda Frig yapı biçimini görülür bugün bile. Ahşap hatıllar arasında kerpiç örülü evler… Kimi dantellerde ve halılarda da Frig örgeleri… Friglerin Anadolu kültüründe yaşayan daha nice izlerinin/ etkilerinin (müzikte, tarımda, hayvancılıkta vb.) sürmesi Anadolu tarihinin günümüzü de kapsayan hangi olgularına bağlanabilir?
- Çok bilinen bir söylemle bugün olduğu gibi geçmişte de Anadolu'muz, Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü durumundaydı. Engebeli topografik yapısına rağmen elverişli coğrafi koşulları ve doğal kaynakları ile tarihin en erken dönemlerinden itibaren iskan edilen bu topraklar, tarih boyunca hem batıdan hem de doğudan bir çok kavmin istilasına uğramıştır. Her yeni gelen topluluk bu toprakları gelip geçilen bir yer olarak değil, aksine kalıcı yurt olarak benimsemiş, böylece Anadolu'nun farklı köşelerinde yerli ve yabancı halkların kaynaşması sonucunda, Anadolu Uygarlıkları olarak tanımladığımız çok renkli bir kültür mozayiği yaratılmıştır. Yeninin eskisinden öykünerek, etkilenerek ve kendisinden de bir şeyler katarak oluşturduğu, birbirini takip eden bu uygarlık süreci içinde bitek Anadolu toprakları hep birleştirici, kaynaştırıcı bir pota olmuştur. Tarihi süreç içinde özellikle Eskiçağ'dan günümüze baktığımızda -şehir merkezleri dışında- Anadolu topraklarının ekonomik ve endüstri kaynakları, farklı bölgelerde topografya, coğrafya ve iklim koşullarına göre şekillenmiş olan yaşam biçimlerinin çok da fazla değişmediğini görüyoruz.
Friglere baktığımızda ekonomisi çiftçiliğe dayalı, barışsever bir toplumla karşılaşmaktayız. Bu insanların özgürlüklerine düşkün, tarım ve hayvancılıkla geçinen, doğa ile barışık, yaşadıkları coğrafyanın dağlık ve ormanlık olmasından ötürü ahşap işçiliği ve marangozlukta ilerlemiş, kaya anıtlarından gördüğümüz kadarıyla taş işçiliğinde ustalaşmış, ekonomilerinin dayandığı hayvancılığa paralel olarak dokumacılıkta ve tekstilde gelişmiş, ele geçen mezar buluntuları arasında yer alan tunç kaplardan anladığımız kadarıyla madencilik alanında da oldukça yüksek bir düzeye ulaşmış bir halk olduğunu anlıyoruz.
Bugün Orta Anadolu Bölgesi'nde nüfusun büyük bir kesimi kırsalda yaşamakta. Geçim kaynakları çiftçilik ve hayvancılık. Nüfusun büyük bir bölümünün yazgısı atadan beri değişmemiş. Hâlâ bir avlunun gerisine çekilmiş kerpiç evlerden oturmaktalar. Orta Anadolu, geniş tarım alanları ile hâlâ ülkemizin tahıl deposu. Frig toplumunda hayvancılığa bağlı olarak dokumacılığın gelişmiş olduğunu söylemiştik. Dün olduğu gibi bugün de Orta Anadolu'nun angora yünleri çok kıymetli. Antik dünyanın sevilen malları arasında yer alan, Frigler'in "tapetes" olarak adlandırılan kilimleri, üzerlerindeki geometrik motiflerden ötürü Türk kilimlerinin atası olarak kabul edilmekte. Bugün hâlâ Sivrihisar kilimlerinde Frig motifleri yaşamakta. Zengin Frig soylusunun içki kabı olarak kullandığı tunç kâseler, bugün bizim "göbekli hamam tasları" olarak geleneksel hamamlarımızda yerini almış. Ana Tanrıça Matar'a yapılan dinsel ritüellerde insanı kendinden geçiren Frigyen modundaki müzik, çağların derinliklerinden süzülerek bugün Frig makamında "Aşkın kanunu yazsam yeniden" sözleriyle dilimizde! Bu ortak yazgı, bana göre Anadolu'nun kökleri neolitik çağa kadar geri giden, her yeni gelen toplumla zenginleşen ve çağlar boyunca bir potada harmanlanan düşünce, inanç ve yaşam birliğine dayanmaktadır.
-Frig yürüyüşünüzde 1989 yılında Muhibbe Darga başkanlığında başlayan Şarhöyük kazısının da önemli bir mihenk taşı olduğunu görüyoruz. 2005'te de bu kazının başkanlığını devraldınız. İlk Tunç Çağ (MÖ. 3. binler) dönemlerinden Osmanlı'ya bir kültürler zincirinin varlığını ortaya çıkaran ve "Dorylaion ya da Dorylaeum" diye adlandırılan bu kent kazınız ne durumda, ve de nereye doğru gidiyor? Sonunda bir dönemsel Gordion iç kalesi katmanlarına benzer bir yapıyla mı karşılaşacağız?
- Eskişehir ili, Eski ve Orta çağlarda Yunanca Dorylaion, Latince Dorylaeum ismi ile tanınan bir kentti. 19. yüzyılda birçok gezgin ve bilim adamının bu bölgeye yaptıkları gezi ve araştırmalar sonucunda, Eskişehir il merkezinin 3 km kuzeydoğusunda, Porsuk Nehri (Tembris) ile yan kolu Sarısu (Batys) arasında kalan geniş ovanın güney kenarında yer alan Şarhöyük ören yerinin, antik Dorylaion kentinin merkezi olduğu saptanmıştır.
Şarhöyük, Orta Anadolu'nun orta büyüklükteki, sayılı höyüklerinden biridir. Eskişehir ovasında en yüksek rakımlı, en büyük höyüktür. Ovadan yüksekliği 17m, çapı 450m.'dir. Höyüğü çevreleyen bir Aşağı Şehir ve höyüğün yaklaşık 1 km kadar batısında Nekropol (mezarlık) alanı bulunmaktadır. Hem Eskişehir'in hem de Frigya Bölgesi'nin yerleşim tarihine ışık tutması bakımından buradaki arkeolojik kazılar son derece önemlidir.
Özellikle 19. yüzyılın sonlarında İstanbul-Bağdat demiryolunun inşaatı sırasında, Şarhöyük-Dorylaion'un üzerindeki Orta Bizans dönemine ait kaleyi çevreleyen taş surun kaplamaları ve taşları, demiryolunun traversleri arasında kullanılmak üzere sökülerek parçalanmış, bir kısmı ise o dönemde Alman ve Fransız araştırmacılar tarafından İzmir üzerinden yurtdışına gönderilmiştir. Hatta Fransız araştırmacı G. Radet, höyüğün güney eteklerinde kazı bile yapmıştır. Höyükte ilk bilimsel kazılar 1989 yılında gerçekleştirilen yüzey araştırmasını takiben aynı yıl Prof. Dr. A. Muhibbe DARGA'nın başkanlığında başlar. 2005 yılından itibaren başkanlığım altında devam eden kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü ve Anadolu Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu Başkanlığı'nın maddi ve lojistik destekleri ile gerçekleştirilmektedir. Kazılarda gün ışığına çıkartılan buluntulardan höyükte İlk Tunç Çağı, Hitit, Frig, Hellenistik ve Klasik, Roma, Bizans, Osmanlı kültürlerinin varlığı saptanmıştır. Çalışmalar sırasında Şarhöyük'te Osmanlı dönemine ait iskan izi saptanmamış olmakla birlikte, tahrir defterlerinden burada tay yetiştiren 56 hanelik bir taycı çiftliği olduğu biliniyor. Kanuni döneminde İstanbul'daki saray için Şarhöyük'te at yetiştiriliyor. İlyada destanında ünlü ozan Homeros şöyle der: "Atlarıyla ünlü yemyeşil Frigya topraklarına gitmiştim". Eskişehir'de Mahmudiye'nin bugün haraları ile ünlü bir ilçe olması, geçmişten günümüze bölgenin at yetiştirme konusundaki yetkinliğini ve önemini göstermesi bakımından son derece dikkat çekici. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda höyüğün zirvesinde güney ve güneybatı kesimde, uydu ve hava fotoğraflarından yuvarlak planlı olduğu anlaşılan Orta Bizans dönemine ait kalenin, yarım daire biçimli kuleler ile güçlendirilmiş sur bedeninden geriye kalan küçük bir bölümü ve temel çukurları ortaya çıkartılmıştır. Batı ve kuzey kesimdeki kazılarda ise Roma, Hellenistik ve Frig dönemine ait açık avlulu konutlardan oluşan mahalle sektörleri saptanmıştır. Üstü açık avlularda fırın ve işlikler yer almaktadır. Dar, uzun dikdörtgen planlı magazinler içinde, tahıl, yağ ve şarap saklama kapları olan bizim pithos olarak tanımladığımız büyük küpler ele geçilmiştir. Bu alanlarda bulunan demir bağcı tarhaları, çevrede bağcılık ve şarap üretiminin yapıldığını kanıtlamaktadır. Ayrıca ele geçen baskılı Taşoz (Thasos), Rodos(Rhodos) amfora kulpları, MÖ. 3. yüzyılda şaraplarıyla ünlü Taşoz ve Rodos adalarından Şarhöyük'e kaliteli şarap getirtildiğini gösteren önemli buluntulardır. Höyüğün güney yamacında sürdürülen çalışmalarda Frig dönemine ait yapıların altında Hitit dönemine ait ev temelleri, ocaklar ve ortak kullanım mutfak alanları saptanmıştır. Taş temel üzerine hafif ahşap malzemeden inşa edilmiş bir ev kalıntısı ile evin doğusunda üzeri sundurmalı, içinde fırın, tandır, tahıl saklamak için kullanılan silo çukurları, öğütme ve ezgi taşları ile erzak saklama kapları olan testi ve iri küpler son derece dikkat çekicidir. Hitit tabakasında ele geçirilen "Ülkenin Prensi /Kral oğlu " ünvanlı mühür baskısı; henüz Hititçe adını saptayamadığımız Şarhöyük Hitit yerleşmesinin, Başkent Hattuşa'ya (Boğazköy) bağlı bir Hitit eyaleti olduğunu ve Hitit egemenliğinin en batı ucu olduğunu kanıtlamaktadır.
Nekropolde devam eden çalışmalar, burasının şimdilik Geç Hellenistik dönemden Erken Bizans dönemine kadar sürekli mezarlık alanı olarak kullanıldığını göstermiştir. Taş sandık, tuğla, pişmiş toprak lahit ve oda mezarlardan oluşan farklı mezar tiplerinin uygulandığı nekropolde, mezarlara inhumasyon (doğrudan gömü) yapıldığı gibi özellikle içindeki buluntuların yardımıyla Geç Hellenistik döneme tarihlediğimiz mezarlarda kremasyon (yakarak gömü) yaygın olarak uygulanmıştır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Şarhöyük, bölgenin yerleşim tarihini öğrenmemiz bakımından çok önemli bir kazı. Devam eden kazılar, bölgenin özellikle az bilinen Demir Çağı (M.Ö. I. Bin yılın ilk yarısı-Frig dönemi) ile Orta ve Son Tunç Çağı (M.Ö. II. Binyıl-Hitit Dönemi) siyasi ve kültürel yapısının aydınlanmasına katkılar sağlayacaktır. Frig Dönemi malzemeleri çok zengin, bu açıdan Şarhöyük, Gordion kadar önemli. Doğrudan Hitit başkentine bağlı, Hitit Krallığı'nın şimdilik bilinen en batıdaki şehri.